27 Mayıs 2013 Pazartesi

Takıntılarınızın Kölesi Olmayın!

"Ellerimi yıkamadan duramam, kıyafetlerimi temiz olduğuna inana kadar yıkıyorum, bulaşık makinesi benden iyi temizleyemez, kapı kollarına dokunamam, başkasının evinde tuvalete giremem" diyenlerden misiniz? Dikkat, aşırı temizlik düşkünlüğü hastalık belirtisi… 



Halk arasında temizlik hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif kişilik bozukluğu hem kişiyi hem de çevresindekileri hasta ediyor. Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Dr. Mehmet Yavuz, her 100 kişiden ikisinde görülen temizlik hastalığı hakkında bilgiler verdi.



- Temizlik hastalığı nedir?

Temizlik hastalığı olarak adlandırılan bu hastalık aslında Obsesif Kompulsif bozukluklardan bir tanesidir. Takıntılı şekilde temizlik tutkunluğu, her şeyin kirli olduğu hissine inanma ve her şeyi sürekli yıkama silme gibi eylemlerin sürekli tekrarlanması temizlik hastalığı olarak adlandırılır. Bunun altında yatan sebep anksiyete bozukluğu, şüphecilik ve emin olamama hissi, saplantılı düşüncelerdir. Diğer tüm takıntılarda olduğu gibi aynı süreci izler. Kişi bu bozuklukların mantık dışı olduğunu bildiği halde kendi davranışlarını engelleyemez. İstem dışı davranışlarını sürekli tekrarlayarak engellemeye çalışır. Saplantılı düşünceden kurtulmaya ve unutmaya çaba gösterir. Fakat başarılı olamaz. Örneğin elini yıkadığı halde emin olamadığı için tekrar yıkayabilir. Bu hastalık tedavi edilebilir bir hastalıktır. Fakat tedavi edilmediğinde ciddi sağlık problemleri ortaya çıkabilir.



Aileden Miras Kalabilir!



- Temizlik hastalığının belirtileri nelerdir?

Kişi sürekli ellerini yıkar, evi temizler, eve gelen bir misafirin ardından kullandığı her şeyi temizleyebilir. Zamanın çoğunu temizlik yaparak harcar. Kirli olduğunu düşündüğü her nesneyi yıkar ve temizlemeden kullanamaz.



- Temizlik hastalığına etki eden faktörler nelerdir?

Aslında takıntılara sebep olabilecek pek çok neden öne sürülmekteyse de kesin olarak nedeni bilinmemektedir. Biyolojik, psikolojik, çevresel faktörler neden olabilir. Ailesi çok düzenli ve titiz ya da aşırı kuralcı olan bir çocukta bu tür saplantılı düşünceler ve buna bağlı olarak saplantılı davranış biçimleri gelişebilir. Örneğin annesi çok titiz olan bir çocuk ileride temizlik hastalığına yakalanabilir. Aynı zamanda yakın bir dönemde yaşadığı acı bir olay da takıntılara sebep verebilir. Örneğin vefat, iflas, boşanma gibi yaşanan zor süreçlerden sonra Obsesif Kompulsif düşünceler ve eylemler görülebilir.



Kendilerine Zarar Veriyorlar



- Takıntılı kişilik durumları yaşamı nasıl etkiler?

Öncelikle kişinin sosyal ve iş yaşantısı bozulur. Aşırı temizlik tutkusundan ötürü çevresindeki arkadaşları evine gelmek istemeyebilir. Kendisini bu durum karşısında mutsuz hisseder. Aynı zamanda bu tarz hastalıklarda kişi en çok kendisine zarar verir. Zamanın çoğunu temizliğe ayırdığı için zaman kaybı yaşar diğer yapması gereken hiçbir şeye konsantre olamaz. Gerek ev ve sosyal çevresiyle gerekse iş ortamı ile ilişkileri bozulur. İş performansı önemli derecede olumsuz etkilenir. Evli ise eşi ve çocuğu ile iletişim bozukluğu yaşar. Kendisini temizlik yaparak sürekli hırpalar, günün sonunda yorgun ve bitkin düşer. Bir dönem sonra kişi bedensel olarak da belirli rahatsızlıklara zemin hazırlamış olur. Örneğin bel, kas eklem ağrıları bu dönemde ortaya çıkabilir. Aynı şekilde zamanında tedavi olunmazsa bireyde depresyon gibi psikolojik birçok rahatsızlık da ortaya çıkabilir.



Simetri ve Kontrol Takıntısı...



- Diğer obsesisif kompulsif bozukluklar nelerdir?

Sürekli kontrol etme “ütünün fişini çekmiş miydim, kapıyı kilitlemiş miydim, ocağı kapatmış mıydım” gibi sorular sürekli sorulur. Kişide emin olamama durumu, simetrik olarak nesnelerin düzenli durmasını istemek, ihtiyaç olur düşüncesi ile eşya ve giysileri biriktirmek, günah işlemekten korkma gibi nitelendirilen birçok takıntılı davranış bozukluğu sıralanabilir.



- Obsesif kompulsif kişilik ile takıntılı kişilik arasındaki farklar nelerdir?

Toplum arasında Obsesif olarak adlandırılan her kişi takıntılı kişilik bozukluğu yaşıyor olarak değerlendirilmez. Takıntılı kişilikte birey tutucu, titiz, garantici, sorgulayıcı tavırlar gösterebilir fakat bu durumdan şikâyetçi değildir. Bunu diğer kişilerden daha üstün bir özellik olarak adlandırabilir. Hatta bu kişiler çalıştıkları iş yerlerinde denetleyici özellikleri iyi olduğu için şef, müdür gibi konumlara getirilirler. Onlar davranışlarından şikâyet etmeyebilir fakat çevresindekiler bu özelliklerinden dolayı onlardan rahatsız olabilir.

Obsesif Kompulsif bozukluklarda ise tam tersi bir durum söz konusudur. Kişi kendisinde oluşan aşırı şüphecilik ve saplantılı davranışlarından rahatsız ve mutsuzdur.



Takıntılarından Dolayı Suçlamayın



- Nasıl tedavi edilir?

Bazı araştırmacılar bu hastalarda beynin ön kısmı olan frontal kortex ile içyapılardan bazal ganglionlar arasında iletişim kopukluğu olduğunu ileri sürmektedir.  Tedavide amaç öncelikle var olan hastalığı tedavi etmek sonra da hastalığın tekrarlamasını önlemektir. Bu amaçla üç tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri kullanmak. (Antidepresan ilaçlar) Bilişsel davranışçı terapi uygulamaları TMS (Transkranial Manyetik Stimülasyon) tedavide kullanılabilir.



OKB’de tedavi oldukça zor ve uzun solukludur. Genellikle ilaçlar nispeten daha yüksek dozda ya da birkaç ilaç kombine şeklinde uygulanır. OKB, tedavisi zor olan bir süreçtir. Ancak yine de üstesinden gelinemeyecek bir hastalık değildir. Son zamanlarda ilaç tedavisi ile birlikte uygulanan, TMS tedavisinin oldukça etkili olduğu görülmektedir. TMS, sağladığı manyetik vurular ile bir nevi resetleme yaparak, frontal korteks ile bazal ganglionlar arasında ki uyumsuzluğu ortadan kaldırabilir ve böylece çok etkili ve çarpıcı sonuçlar verebilir.

Ayrıca, Obsesif Kompulsif bozukluklar kaygı hastalığı olduğu için “Davranışçı Tedavi” olarak adlandırılan eğitimsel terapi yöntemleri fayda sağlayabilir. Hastanın kirli olduğunu düşündüğü nesne ile temas etmesi sağlanır.



Obsesif Kompulsif bozukluklar inatçı hastalıklardır. Yenilemeler ve gerilemeler görülebilir. Terapi, ilaç tedavisi birlikte uygulandığında daha iyi sonuçlar verebilir. Ailenin davranış şekli bu konuda çok önemlidir. Aile takıntılarından dolayı kişiyi suçlamamalı, bunun bir hastalık olduğunun bilincine vararak, kişiyi en kısa zamanda tedavi ettirmelidir.



Suda Kolay Zayıflama Egzersizleri

Hem eğlenceli dakikalar yaşamak hem de forma girmek ister misiniz? 



1 hafta boyunca her gün yapacağınız 7 su egzersiziyle tatil dönüşündeki farkı fotoğraflarda bile göreceksiniz. Çünkü bu egzersizleri, diyetle destekleyerek, 7 günde tam 1 beden incelmeniz mümkün.



Kol Egzersizi



İki ayağınızı yere basın ve sırtınızın dik olmasına özen gösterin. Ellerinizi omuzlarınıza dirsekleriniz açık olacak şekilde yerleştirin. Bir aşağı bir yukarı hareket ettirin. Ardından, biraz eğilerek sol kolunuzu sağ bacak dirseğinize yaklaştırın ve bu hareketi birkaç kez tekrarlayın. Bunu yaparken derin nefes alıp vermeye dikkat edin.

Daha İyi Sonuç İçin: Egzersiz sırasında dirseklerinizi çok kırmayın. Vücudunuza dikey konumda olmalarına dikkat edin.



Karın Egzersizi



Omuzunuz da içeride olacak şekilde suyun içine girin. Ellerinizi ve kollarınızı öne doğru yatay şekilde uzatın. Şimdi de bir aşağı, bir yukarı hareket ettirin. Daha sonra ellerinizi karnınıza doğru birleştirerek ileri geri hareketlerle basınç uygulayın. Karın bölgenize uyguladığınız bu basınç sayesinde fazla yağlarınızdan kurtulabileceksiniz.

Daha İyi Sonuç İçin: Karnınızın Basıldığını hissedin. Düzenli nefes alarak karın kaslarınızın çalışmasına yardım edin.



Omuz Egzersizi



Bacaklarınızı hafifçe açın. Kollarınızı, elleriniz önde, omuz yüksekliği hizasına kadar kaldırın ve hemen ardından dizinize kadar alçaltın. Bu hareketi 5 kere tekrarlayın. Daha eğlenceli hale getirmek istiyorsanız avuç içleriniz size dönük şekilde tekrar edin.

Daha İyi Sonuç İçin: Kollarınızı ön kısmını çalıştırmak için dirseklerin vücudunuza değecek biçimde tutun.



Göğüs Egzersizi



Kollarınızı geniş biçimde açarak bir bacağınızı geriye atın. Diğer bacağınızdan da destek alabilmeniz için vücudunuzun ağırlığını öne bırakın. Kollarınızı mümkün olduğu kadar uzakta çapraz şekilde tutun. Suyun basıncına karşı bu şekilde dengede durmayı deneyin.

Daha İyi Sonuç İçin: Çapraz hareketlerle kollarınızla suyu hızlıca çalkalayın. Karın kaslarınızın hızlıca hareketlendiğini hissedeceksiniz.



Kalça Egzersizi



Bir bacağınızı yere koyun, diğerini dik açı yapacak şekilde havaya kaldırın ve sağa doğru açın. Bu şekilde dengede durmayı deneyin. Ardından aynı duruşu diğer bacağınızla tekrarlayın.

Daha İyi Sonuç İçin: Dizinizi sağa doğru kaldırın ve bu şekilde dengede durmayı deneyin Böylece karın kaslarınızı harekete geçireceksiniz



Bacak Egzersizi



Bacağınızı gergin şekilde kırmadan öne doğru kaldırın. Kollarınız da bacağınıza dikey konumda dursun. Sağ bacağınızı kaldırarak kollarınızla bacağınıza uzanmaya çalışın. Bu hareketi daha sonra sol bacağınızla uygulayın.

Daha İyi Sonuç İçin: Sırtınızın kambur olmamasına dikkat edin. Sırtınız dik konumdayken kaslarınız daha fazla çalışacak.



Baldır Egzersizi



İki bacağınızı açarak parmak ucunda durun. Bacaklarınızın gergin olmasına özen gösterin. Bacaklarınızla makas hareketi yapın ve bu şekilde seke seke yürüyün. Bu şekilde kalçalarınızın sıkılaşmasına olanak tanıyacaksınız.



Daha İyi Sonuç İçin: Egzersiz boyunca parmak ucunda durun. Kalçalarınızı sıkıp dengede durmaya çalışın. Böylece vücudunuzun sıkılaştığını hissedeceksiniz.



Etkiyi Artırın



Suya Gömülün: Omuzlarınızın da suyun içinde olduğundan emin olun. Bu konum hareketlerinizi daha yumuşak yapmanıza olanak sağlayacak.



Ritmi Hızlandırın: Egzersizi ne kadar hızlı tekrar ederseniz, suya karşı dayanıklılığınız bir o kadar artacak ve hareketlerden elde ettiğiniz sonuç daha etkili olacak. Ayrıca suyun yumuşaklığı hareketlerinizi uygulamada size yardımcı olacak.



Her Harekete Ayakla Başlayın: Suyun içinde 5 ya da 7 dakika boyunca koşun. Bacaklarınızı kendinize doğru çekin. Topuğunuzu kalçalarınıza doğru kaldırın.



Vücudunuzun Konumunu Gözlemleyin: Egzersizin doğru etkiyi sağlaması için vücut pozisyonunuzun doğru olması gerekir. Sırtınızın dik, karın ve kalçaların ise sıkı olmasına özen gösterin.



Kendinizi Motive Edin: Her egzersizi birkaç kere tekrarlamanız gerekiyor. Eğer hızlı ve çevik hareket ederseniz egzersizler çok zamanınızı almayacak. Bu şekilde vücudunuz efor sarfedecek ve kaslarınızın hızlıca enerji yakmasını sağlayacaksınız.



Terleyin: Doğru egzersizin ilk kuralı, kasların ihtiyacı olan oksijeni elde etmesi. Bunun için düzenli olarak derinden nefes alın. Ne kadar çok hareket ederseniz o kadar çok terleyeceksiniz. Düzenli olarak tekrar ettiğiniz sürece fazla yağlarınızdan kurtulduğunuzu fark edeceksiniz. (Formasante)



Osteoporoz Erkekleri de Vuruyor

Halk arasında "kemik erimesi" olarak bilinen ve daha çok kadınları etkilediğine inanılan osteoporoz erkeklerde de önemli sağlık sorunlarına yol açıyor. Özellikle emeklilik sonrasında hareketsiz bir yaşam süren ve sigara kullanan erkeklerde rastlanan bu hastalık, 50 yaş üzerindeki 5 erkekten 1'ini tehdit ediyor.



Osteoporoz hastalığıyla ilgili son gelişmeler ve tedavi yöntemleri Ankara’da düzenlenen "21. Yüzyılda Osteoporoz Sempozyumu"nda ele alındı. Sempozyum Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, osteoporozun, dünya genelinde yılda 1.5 milyon kırığın etkeni olan ciddi bir toplum sağlığı sorunu olduğunu belirtti.



Osteoporozun önceleri daha çok kadınları etkilediğinin düşünüldüğünü söyleyen Kutsal, ancak yapılan araştırmaların bu hastalığın erkekleri de yakından etkileyen bir sağlık sorunu olduğunu ortaya çıkardığını aktardı.



Kutsal, Türkiye Osteoporoz Derneği tarafından 18-89 yaşları arasındaki 10 bin 489 kişi üzerinde yapılan kemik tarama ve sağlığı araştırmasına göre, 45-65 yaşları arasındaki erkeklerde sigaraya ve hareketsiz yaşam tarzına bağlı olarak bu hastalığın ortaya çıktığını belirtti.



Hareketsiz Yaşam Hastalığı Tetikliyor



Erkeklerde osteoporozun genelde kullanılan ilaçlara ya da bazı hastalıklara bağlı olarak ortaya çıktığını ifade eden Kutsal, "Ancak, araştırmamıza göre özellikle emeklilik sonrasına denk gelen bu dönemde erkekler kahvehanelere kapanıp hareketsiz bir yaşam sürmeye başlıyor. Bunun üzerine bir de sigara kullanımı eklenince osteporoza yakalanmaları kaçınılmaz oluyor. Bu yaş grubundaki her 6-7 erkekten birinde osteoporoz görülüyor!" dedi.



Hastalıktan Korunmak Çok Önemli



Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatma Atalay da, Türkiye’de yaşam süresinin artmasına paralel olarak bu hastalığın görülme sıklığının da arttığına işaret etti.



Hastaların yaşam kalitelerinin bozulması ve oluşan kırıklar nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunu olan osteoporozun tedavisinin de ekonomiye büyük bir yük getirdiğini ifade eden Atalay, şunları söyledi: "Bu nedenle hastalıktan korunmak çok önemli. İlk adım toplumun kemik kütlesini doruk noktaya çıkartmak olmalıdır. Bunun için doğum ve bebeklikten başlayarak doğru beslenme alışkanlıkları geliştirilmelidir. Anne sütüyle beslenme, küçük yaşlardan itibaren D vitamini ve yeterli kalsiyum alınması, güneş ışınlarından yeterince yararlanma son derece önemli. Bunların hepsi bir arada olursa doruk kemik kütlesine ulaşılabilir. Hükümet politikaları bu noktada devreye sokulmalı. Gerekli önlemler alınırsa ilerde ülkemizde hastalığın görülme sıklığı azalabilir."



Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksal Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülay Dinçer de, osteoporoz konusunda halkın bilinçlendirmesinin önemine işaret ederek, "Sessiz seyrettiği ve diğer travmatik kırıklar gibi olmadığı için, bu hastalar omurga kırıklarının farkına varmaz. Daha çok omuz ve sırt ağrısı olarak algılanır ve yanlış tedavi uygulanabilir. Bu nedenle hem hekimlerin hem de hastaların tanı açısından daha fazla bilinçlendirilmesi gerekir" diye konuştu.



Hayat boyu kalsiyum yönünden zengin besinlerle, süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi gerektiğini ifade eden Dinçer, "Bu kadar güneşli bir ülkede yeterince D vitamininden yararlanamıyoruz" dedi.



Kalça Kırıkları Ölüme Yol Açabilir



Yapılan araştırmaya göre, ileri yaşlardaki kalça kırıkları, yüzde 20 oranında kırığı takip eden ilk bir yıl içinde ölüme neden olurken, sağ kalan hastaların yüzde 80’i günlük yaşam aktivitelerinde bağımlı hale geliyor.



Türkiye Osteoporoz Derneğinin kemik tarama ve sağlığı araştırmasına göre, kemik yoğunluğu Türk erkeklerinde 18-29, kadınlarda ise 30-39 yaşları arasında en yüksek değere ulaşıyor.



Kemik yoğunluğundaki kayıp erkeklerde 40-50’li yaşlarda, kadınlarda ise 49 yaşından sonra başlıyor.



Kemik yoğunluğunu etkileyen en önemli faktörler ilerleyen yaş ve düşük vücut kitle indeksi olarak belirlendi.



50 Yaş Üstü 5 Erkekten 1'inde Görülüyor



Cenevre Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Profesörü ve Uluslararası Osteoporoz Vakfı Temsilcisi Rene Rizzoli ise, hastalıkla mücadelenin 3 ayağının, hasta ve hekimlerin bilinçlendirilmesi ve yetkili mercilerin hastalığın halk sağlığı üzerinde tehdit olduğunun farkına varması olduğunu söyledi.



50 yaş üzerindeki 2 kadından ve 5 erkekten 1'inde bu hastalığın görüldüğüne dikkati çeken Rizzoli, dünyadaki son tedavi yöntemleriyle ilgili de bilgi verdi. Kemik yıkımını önleyen ilaçların en çok kullanılanlar olduğunu belirten Rizzoli, bunların yanında yeni kemik oluşumu ve formasyonu için de ilaçlar bulunduğunu bildirdi.



Prof. Dr. Georges Boivin de, yapı, şekil ve mineralleşme derecesi gibi kemik kalitesini belirleyen unsurların doğuştan geldiğini, mikro hasar ve kırıkların sayısının artmasının, kemikte kırılmalara yol açabildiğini belirtti.



Almanya’daki Der Fürstenhof Kliniğinin Başkanı ve Uluslararası Osteoporoz Vakfı Temsilcisi Prof. Dr. Helmut Minne ise, osteoporozun görülmesinde yaşam süresinin uzamasının önemli olduğunu ifade ederek, "24 saat sağlıklı yaşasanız bile yaşlandıkça hastalıklara meyil artar. Bu nedenle osteoporuzu önlemek derken, geciktirmek söz konusu olabilir. Bunun için de kırıkların azaltılması yönünde bilgilendirme çok önemli" diye konuştu.

Siz hangi aşıklardansınız?

Aşk, belki de insanoğlunun en çok peşinde koştuğu duygu. Ama aşktan aşka da fark var; kimi kısa zamanda başlayıp saman alevi gibi yaşanıp bitiyor, kimi uzun yıllar sürüp gidiyor. Peki sizin aşkınız hangisi?



Acıbadem Eskişehir Hastanesi’nden psikolog Orhan Öztürk aşkın 7 tipi olduğunu söylüyor.



Tarih boyunca romancılar, şairler, düşünürler, sanatçılar aşk konusundan ilham almış, aşk hakkında sayısız eser yarattılar ve yaratmaya devam ediyorlar. Ama aşk yalnızca sanatçıların konusu değil. bilim insanları da son 50 yıldır sistematik şekilde inceliyorlar. Psikologlar aşık olmanın insan duygu, düşünce ve davranışındaki etkilerini daha iyi anlamak için modeller geliştirirken; sinirbilimciler aşkın psikobiyolojik kökenini keşfetmek adına önemli deneyler yapıyor ve karşılaştırmalı metodlarla insanlarla hayvanları kıyaslayarak hangi organik süreçler aşkın doğasını idare ediyor sorusuna yanıtlar vermeye çalışıyorlar. Artık günümüzde aşk bilimi üzerine kitaplar yazıyor, sempozyumlar düzenliyor hale geldik. “Aşkın 7 hali” ise yüzlerce aşk kuramından yalnızca biri...



Platonik aşklar, patolojik (hastalıklı) aşklar, karasevda gibi durumlar haricinde aşk, iki kişi arasında yaşanan ortak bir süreç. Aynı aşıklar gibi aşklar da doğuyor, büyüyor, şekil değiştiriyor ve ölüyor. Bu aşklarda üç farklı özellik ve bu özelliklerin birbiriyle ilişkisi 7 aşk tipini ortaya çıkarıyor. Bu üç özellik şöyle sıralanıyor: “Yakınlık, Tutku ve Bağlılık”. 7 aşk tipini daha iyi anlayabilmek için bu üç temel özelliğin daha detaylı bilinmesi gerekiyor.



Yakınlık: Taraflar arasında kurulan karşılıklı duygusal bağ olarak ifade edilebiliyor. Yakınlık özelliği sayesinde ilişkide sıcaklık, samimiyet, duygusal destek, iletişim, anlayış, huzur, beraber geçirilen zamandan keyif alma durumları gelişiyor.



Tutku: Tutku aşkın psikofizyolojik boyutu olarak tarif ediliyor. Heyecanlanma, sevgilinin yanında olunca soluğun kesilmesi, kalp çarpıntısı, genel bir uyarılmışlık hali, enerji artışı, erotizm, fiziksel çekicilik, dikkatin sevgiliye odaklanması ve takıntılı şekilde sevgiliyi düşünme gibi özelliklerle kendini belli ediyor.



Bağlılık: Çiftler arasındaki karşılıklı bağımlılık, her şeye rağmen birlikte olmayı isteme, ortak bir hayat hedefi oluşturma ve sürdürme özelliği olarak açıklanıyor.



Bu üç temel özellikten her birinin tek başına veya diğer özelliklerle birlikte bulunması durumlarında 7 farklı aşk tipi oluşuyor:



1) Sadece “bağlılık” (Boş aşk): Tutku ve yakınlığın olmadığı, sadece hayat birlikteliğinin olduğu birliktelikler. Bu durum özellikle görücü usulü ile evlenme ve beşik kertmeliğinin yaygın oluğu toplumlarda (ve tabii ki ülkemizde) sıklıkla görülüyor. Bu tip boş aşk´lar ilerleyen dönemlerde diğer özelliklerin etkilenmesiyle şekil değiştirebiliyor; aynı şekil dolu aşklar da zamanla tutku ve yakınlık boyutunu yitirip boş aşk’a dönüşebiliyor.



2) Sadece “tutku” (deli dolu aşk): Genelde çoğu aşığın ilk planda ve en heyecanlı hissettiği, cicim aylarının deli dolu yaşandığı, desteğini erotizm ve cinsellikten alan aşk. Yakınlık özelliği de geliştiğinde bu deli dolu aşklar romantik aşklara evrimleşiyor; aksi taktirde yakınlığın ve bağlılığın olmadığı durumlarda genellikle kısa sürüyor. Bu kişiler birkaç gün veya hafta evli kalıp hemen boşanma davası açabiliyor ya da 40´lı yaşlarında beşinci eşinden de ayrılabiliyorlar.



3) Sadece “yakınlık” (arkadaşça aşk): Yakınlık ve hoşlanma dışında tutku içermeyen, uzun süreli olmayan aşklar. Bu tip aşkta taraflar genellikle partnerlerine ilişkin cinsel çekim hissetmezler. Arkadaşça aşklarda kısa süreli iyi anlaşma, “kardeş gibi sevme”, geçici heves, bittiğinde hemen unutma ama hatırlandığında saygı duyma gibi hallere sıklıkla rastlanıyor.



4) “Yakınlık” ve “tutku” (romantik aşk): Hem fiziksel çekimin hem de ruhani çekimin yoğun hissedildiği aşklar. Romantik aşklarda duygu yoğunluğu ve sevilen kişinin arzulanması ilişkinin dolu dolu hissedilmesine sebep oluyor. Geçmişteki unutulmayan aşk deneyimleri genellikle bu tip aşklardan kaynaklanıyor. Ancak ne fiziksel çekicilik ne de yakınlık hissi, ilişkinin kalıcı olması açısından tek başına yeterli olmuyor.



5) “Yakınlık” ve “bağlılık” (dostluğun paylaşıldığı aşk): Çiftlerin birbirine yoğun yakınlık hissettiği, saygı ve sevgi çerçevesi içinde her türlü duygusal ve düşünsel paylaşımın engellenmeden yaşandığı, ancak fiziksel çekimin olmadığı aşklar. Uzun yıllar evli kalıp hiç münakaşa etmeyen, dışardan bakıldığında resmiyet görünümünün belirleyici olduğu, dengeli ve tutarlı birliktelikler sıklıkla bu tip birlikteliklerde görülüyor. Zamanla arzu ve fiziksel çekimin azaldığını hisseden çiftler de dostluğun paylaşıldığı aşk evrenine geçiş yapabiliyor. Bu tip durumlarda sadakatsizliklere de sıklıkla rastlanıyor. “Eşimi çok seviyorum ama artık bir şey hissetmiyorum” veya “30 sene beraberlikten sonra artık çekim hissedemiyorum” tarzı ifadelerin bulunduğu bu aşklar kimi zaman aşırı kıskançlıklara da gebedir.



6) “Bağlılık” ve “tutku” (arzu dolu aşk): Beraberliği ve evliliği uzun süre devam ettirmenin altındaki temel dürtünün arzu olduğu aşklar. Yakınlık faktörünün olmaması bu tip ilişkilerde ihtilafların ve tartışmaların belirgin olmasına yol açıyor, çünkü taraflar genellikle anlayışsız, bencil, yapıcı iletişim becerilerinden yoksun ve sabırsız oluyorlar.



7) “Tutku”, “yakınlık” ve “bağlılık” (eksiksiz aşk): Her üç boyutun da tamam olduğu, ideal aşklar. “Mükemmel çift, ruh ikizi, hayatımın aşkı” ve benzeri tanımlamaların yapılabilmesi için tutku, yakınlık ve bağlılık boyutlarının eksiksiz şekilde beraber bulunması zorunlu sayılıyor. Eksiksiz aşk, aşıklara müthiş bir ilişki deneyimi sunuyor. Eksiksiz aşkı elde etmenin zor, ancak devam ettirmen daha da zor olduğu biliniyor. İlişkiyi canlı tutmak için çaba sarfetmek, özverili olmak, etkili ve empatik iletişim sağlamak, sürprizlere açık olmak, cinsel açıdan aktif olmak, saygı ve anlayışı her şeyden üstün tutmak gerekiyor.



Cinsel Yaşamı Yok Eden Faktörler

Uzmanlara göre çiftler cinsel sorunlar nedeniyle cinsel ilişkiye ilgilerini kaybedip, cinsel hayatlarında keyifsizlik yaşıyorlar. İşte ilişkiyi çıkmaza sokan ve cinsel hayatı keyifsizleştiren nedenlerden bazıları...



İltihap ve Tahriş



Vajina girişindeki ve içindeki iltihaplar, vajinanın kayganlığını sağlayan bezlerin iltihabı ciddi ağrılara yol açıyor ve cinsel ilişkiyle bu ağrı artıyor. Travmatik faktörler, düşmeye bağlı tahriş cinsel ilişkide ağrıya neden oluyor. Kadınlarda vajinal sıvı yeterli olmayabilir ve bu ilişkiyi ağrılı hale getirebilir. Bazı kadınlar cinsel olarak uyarılmayabilirler (frijidite).



Ağrılı Cinsel İlişki



Alt karın bölgesinde rahmi ve rahmin arka boşluğunu ve tüpleri etkileyen hastalıklar nedeniyle ortaya çıkabilir. Enfeksiyonlar, daha önce karın içinde geçirilen ameliyatlara bağlı karın içi yarıklar da ağrı nedenidir. Yumurtalıklardaki kistler, rahimdeki saplı miyomlar, karın zarı altındaki miyomlar da derin ağrıya neden olur. Cinsel ilişkinin başlangıcında ağrı olmasa bile ilişkinin ritmine bağlı olarak ağrı artar. Rahim boynundaki ve vajinaya doğru uzanan miyomlar ise cinsel ilişki sırasında kanamaya yol açar. Rahim boynundaki kanserlerde de cinsel ilişkide kanama meydana gelir. Bu yüzden ağrılı cinsel ilişki doktora başvurulması için çok önemli faktördür. Nedeninin kesinlikle belirlenmesi gereklidir. Historektomi, apandist ameliyatları ağrılı cinsel ilişkiye neden olmazlar. Ancak ameliyatın kalitesiyle ilgili bir sorun söz konusuysa, ameliyattan sonra yara izi kalmışsa cinsel ilişkide ağrı olabilir.



Bulaşıcı Hastalıklar



Genital herpes, bel soğukluğu, AIDS… Bu hastalıkların tedavi edilmediği takdirde kısırlıktan iç organ iltihabına, erken doğumdan anne karnındaki bebeğin ölümüne kadar pek çok ciddi sorun doğuruyor. Üstelik bazıları sadece cinsel ilişkiyle değil, yakın beden teması, öpüşmeyle bile geçebiliyor. Kimi hastalıklar ağrı, akıntı, idrar yaparken yanma gibi belirtiler verirken, kimileri ise sinsi sinsi ilerliyor. Bu hastalıkların fiziksel şikayetleri cinsel yaşamı da keyifsiz hatta imkansız kılıyor.



Kullanılan İlaçlar



Erkek cinselliğini etkileyen nedenlerin başında fiziksel olanlar geliyor. Özellikle belli bir yaştan sonra kalp sorunları için kullanılan birçok ilaç cinsel isteği ve performansı etkiliyor. Bu ilaçlar arasında: Hipertansiyon ilaçları; idrar söktürücü ilaçlar; Trankilizanlar; antidepressanlar ve göğüs ağrısı ya da düzensiz kalp atışı için kullanılan bazı ilaçlar. Bu tür ilaçlar cinsel dürtüyü ve normal cinsel fonksiyonu etkileyebiliyor. Erkeklerin cinsel yaşamını keyifsiz kılan sorunlar arasında ereksiyon olamama ya da ereksiyonu



Psikolojik Faktörler



Psikolojik faktörler cinsel ilişkiye yönelik ilgi ve kapasitenin azalmasında önemli rol oynuyor. Depresif, üzgün ruh hali, uyumada güçlük çekmek ya da çok uyumak, normalden daha çok ya da az yemek yemek, aşırı kilo ya da aşırı zayıflık bunlar arasında yer alıyor. Uzmanlar özellikle işte yaşanan stresin altını çiziyor ile stres ve yorgunluğun faturası cinsel isteksizlik olarak çıkar uyarısında bulunuyor.



Erkeğin kalbini kazanma yöntemleri

Görür görmez sizi etkileyen erkeğin kalbini kazanmak için ne tür taktikler uygulamanız gerektiğini biliyor musunuz? Alçak sesle konuşmak, hafifçe tebessüm etmek gibi zamanın kalp kazanma yöntemlerini öğrenmek istiyorsanız yazımızı okuyun…



Bir dönem, flört rehberleri inanılmaz popülerdi. Kadınlar ve erkekler birbirini etkilemeye çalıştıkları sürece de popüler olacak. Fakat bu rehberlerin çoğunda birbirleriyle çelişkili ifadeler var.



Aslında flörtün doğası kişiden kişiye değişiyor. Özellikle sizin ve karşınızdaki erkeğin verdiği tepkiler, aranızdaki iletişimin nasıl gelişeceğini belirleyen en önemli etkenler. Tabii, zaman ve mekân da bir o kadar önemli. Ancak görünen o ki, yeni kuşak genç kadınlar ve erkekler için flörtün anlamı epey değişti.



Sezgilerinizi kullanın



Artık zaman sınırlı ve kimsenin uzun oyunlara vakti yok. Üstelik imaların yerini isteklerin açıkça dile getirilmesi, annelerimizin zamanındaki romantik düşlerin yerini de cinsel dürtüler aldı. Yine de bazı doğrular temelde hiç değişmiyor ama biçim değiştirdikleri kesin. Neyse ki her duygusal ilişkinin hala bir flört evresi var.



Peki, acaba eski yöntemlerin hangisini kullanmaya devam etmeli, komik duruma düşmemek için hangisinden uzak durmalıyız? Bunu anlamak için hem iyi bir gözlemci olmalı hem de sezgilerimizi iyi kullanmalıyız.



Alçak sesle konuşun



Bunun sizi daha etkileyici ve seksi kılacağını düşünseniz de gürültülü bar ve kulüplerde söylediklerinizin hiçbir şekilde anlaşılmaması tehlikesi var. Üstelik konuşma biçimine takılırsanız sohbetin içeriğini de kaçırabilirsiniz.



Her insan gibi sizin de kendinize ait özel bir ses tonunuz ve konuşma biçiminiz var, bunu nereye kadar saklayabilirsiniz ki? Bu noktada ne söylediğinizin nasıl söylediğinizden çok daha önemli olduğu ve söylediklerinizin kişiliğiniz, sosyal konumunuz, zekânız ve birikiminiz konusunda karşı tarafa çok önemli ipuçları sunduğunu unutmayın. Ama siz yine de alçak sesle konuşmaya özen gösterin.



Konuşurken gülümseyin



Hala geçerliliğini koruyan bir flört taktiği. Ama tüm konuşma boyunca sırıtarak gülünç bir konumuna düşmemek için zamanlamayı iyi ayarlamak gerekir. Şen kahkahalarınızı sonraki aşamalara saklayarak hafif tebessüm edebilirsiniz. Ayrıca asla alaycı davranmayın çünkü henüz karşınızdaki erkeği yeterince iyi tanımıyorsunuz ve onun neyi kaldırıp, neyi kaldıramayacağını bilmiyorsunuz.



Bakıp, gözlerinizi kaçırın



Karşınızdaki erkeği etkilemek için bakışlarınızı uzun süre onun üstünde yoğunlaştırmayın. Çünkü bu durumdan rahatsız olabilir. Bunun yerine sevimli bir bakış atın ve daha sonra gözlerinizi kaçırın. Böylece onda daha gizemli bir etki bırakmış olursunuz.



İlk hareketi ondan bekleyin



Evet, bekleyebilirsiniz çünkü aranızda zaten bir elektriklenme olduysa bunu kısa bir süre içinde yapacak ve bu sizin kendinize olan güveninizi artırıp heyecanınızı yenmenizi sağlayacaktır. Hangi çağda yaşarsak yaşayalım bir erkeğin bir kadının yanına gidip konuşmaya başlaması daha kolay ve onlar nasıl bir diyalog kuracaklarını sanki doğuştan biliyorlar. Fakat eğer cesur bir kadın olduğunuzu kendinize kanıtlamak gibi bir amacınız varsa elbette siz de laf atıp sohbeti başlatabilirsiniz.



Bedeninizle sinyal gönderin



Kullanılabilir bir yöntem ama sinyallerin türünü iyi belirlemeniz gerek. Mesela elinizle saçlarınızı karıştırmanız etkileyicidir. Ama dudaklarınızı yalamanız ya da parmağınızı sürekli ağzınızda tutmanız en hafif tabirle komik olur. Ne de olsa bir Playboy kızı değilsiniz. Hangi jestin karşınızdaki erkeğin hoşuna gittiğini birkaç küçük denemeyle bulmalı ama bu jesti yaparken doğal görünmeye çalışmalısınız.



26 Mayıs 2013 Pazar

Bronkodilatör Nedir?

BRONKODİLATÖR NEDİR?



Bronşları genişleten (bronkodilatör) ilaçlar akciğerlere giden hava geçitleri olan bronşlardaki kas spazmına bağlı daralmayı ortadan kaldıran ilaçlardır. Bronşları genişleterek daha fazla oksijen almalarını sağlarlar. Astım gibi hastalıklarda soluk alıp vermeyi kolaylaştıran bu ilaçlar daha çok sprey şeklinde kullanılır ama tablet, şurup veya fitil şeklinde de bulunabilir. Acil durumlarda (örneğin şiddetli astım nöbetlerinde) bunların enjeksiyon yoluyla kullanılması ya da doğrudan mikrogranüller içeren kapsüllerin özel bir alet içerisinde kırılarak nefesle birlikte vücuda çekilerek alınması da mümkündür. Bronkodilatörlerin etkisi genellikle 3-12 saat devam eder. Nefes alıp vermede sıkıntı çeken kişiye dakikalar içerisinde büyük bir rahatlama verirler.




Bronkodilatörlerin Yan Etkileri



Kalp atım sayısında yükselme, çarpıntı, titreme, başağrısı, göz kararması.



Bronkodilatörler Çocuklarda Nasıl Kullanılır?



Çocuklardaki bronşlar genellikle, astım nedeniyle veya bronşit gibi solunum enfeksiyonları sonucu daralır. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar başlıca iki gruptur. Bunların ilki astım nöbetlerinin tedavisinde işe yarar; terbutalin ve teofilin gibi bu ilaçlar bronşları genişleterek etki eder ve düzenli olarak ağızdan ya da şırınga ile enjeksiyon yoluyla da kullanılabilir. İkinci grup, astım nöbetlerinin önlenmesi amacıyla kullanılır (sodyum kromoglikat gibi). Bunlar astım nöbetlerinin geçiştirilmesinde işe yaramaz. Kortikosteroidler, yukarıdaki ilaçlarla iyileşmeyen vakaların tedavisinde kullanılmak üzere saklanmalıdır. Üç yaşından büyük çocuklar, sprey şeklindeki ilaçları kullanmayı pek iyi bir şekilde öğrenebilirler. Bu ilaçlar yan etki olarak kalp atım sayısını yükseltirler. Titreme ve huzursuzluk yapabilirler.



Kalp üzerindeki olumsuz etki ihtimali nedeniyle verilen dozlar aşılmamalıdır. Astım nöbeti bu ilaçlara cevap vermediği takdirde acil önlemlere başvurulması gerekir.

Spiral Nedir?

SPİRAL NEDİR?



Spiral yani diğer bir deyişle rahim içi araç (RİA) doğum kontrolü yöntemlerinden bir tanesidir. Rahim içerisine yerleştirilen T şeklinde plastik bir alettir. 5-10 yıl kadar rahim içerisinde kalabilen spiral, uzun süreli bir doğum kontrol yöntemidir. Bu sürenin uzayıp kısalması spiralin çeşidine ve kalitesine göre değişiklik gösterir.



SPİRAL NASIL GEBELİĞİ ÖNLER?


Spiral takıldıktan sonra vücut yabancı olan bu cisme reaksiyon gösterir. Bölgede oluşturulan iltihabi reaksiyon sonucu bu bölgeye ulaşan spermler etkisiz hale geliyor ve yumurtanın döllenmesi engelleniyor. Sperm yumurtaya ulaşsa ve döllenme gerçekleşse bile yumurtanın rahim duvarına yapışmasına engel olur. Böylece gebelik engellenir.



SPİRAL NASIL TAKILIR?


Spiral taktırmak basit olsa da cerrahi bir operasyondur. Genelde uzmanlar spiral takarken lokal anestezi kullanırlar ya da anestezi kullanmazlar. Spiral takılırken genel anestezi pek kullanmazlar. Fakat hormonlu spiral gibi daha geniş spiral türleri kullanılırken ve bir de hiç doğum yapmamış birine takılacaksa genel anestezi kullanmayı tercih ederler.



Doktorlar spirali adet zamanlarında takmayı daha uygun bulurlar. Bunun nedeni adet döneminde rahim ağzının bir miktar açılmasıdır. Bu küçük açıklık spiralin takılmasını kolaylaştırır. Doğumdan ya da düşüklerden sonra spiral taktırmak isteyenler için doğumdan ve düşükten 6 hafta sonrası uygun görülmektedir.



SPİRAL TAKTIRMAK AĞRI VERİR Mİ?


Spiral takılırken ya da takıldıktan sonra hastalar ciddi bir rahatsızlık, acı duymazlar. Daha önce doğum yapmış kadınlarda spiral takılması daha kolay olur. Doğum yapmamış kadınlarda bir miktar ağrı duyulabilir fakat bu büyük bir ağrı değildir. Uzmanlar, doğum yapmamış olanlarda komplikasyon riskinin daha fazla olabileceği için doğum yapmış kadınların yaptırmasını daha uygun bulmaktadır.

Tükenmişlik Sendromu Nedir?

TÜKENMİŞLİK SENDROMU NEDİR?



Tükenmişlik sendromu, işe karşı bir isteksizlik, geri çekilme durumu olarak kendini gösterir. Ciddi bir psikolojik rahatsızlık olan depresyona benzeyen özellikleri bulunur. Bu sebeple de bazen depresyonla karıştırılmaktadır. Tükenmiş sendromunu depresyondan ayıran en belirgin özellik kişinin sadece çalışma hayatına karşı soğukluk ve kaygı duymasıdır. Bunun dışında depresyonda olduğu gibi kişinin kendine ilişkin duyduğu olumsuz düşünceler ve mutsuzluk hissiyatı yoktur. Tükenmişlik sendromuna kapılan kişinin kendisi bile depresyon geçirdiğini düşünebilir. Tükenmişlik sendromu her yaşta insanda görülebilir fakat daha çok iş hayatı olan insanlarda görülmektedir. Çalışan insanların yaklaşık olarak %80'ı tükenmişlik sendromu geçirme riski taşımaktadır. Özellikle ağır şartlarda çalışan ve iş yerinde psikolojik ve fiziksel baskılara maruz kalan kişilerde yakalanma şansı çok daha fazladır.



TÜKENMİŞLİK SENDROMUNUN TEDAVİSİ


Tükenmişlik sendromunun tedavisi vardır. İlaç tedavisi ve telkin yöntemleri ile kişi bu durumun üstesinden gelebilir.

Antipiretik Nedir?

Antipiretik Nedir? (Ateş Düşürücüler)



Yükselmiş olan vücut sıcaklığını düşüren ilaçlardır. En çok kulanılanlar aspirin ve parasetamoldür. Bunların her ikisi de aynı zamanda ağrı kesici etkiye sahiptir. Bu iki taraflı etki, söz konusu ilaçların soğuk algınlığı gibi hastalıklarda da işimize yaramasını sağlamaktadır. Ateşi olmayan yani normal vücut sıcaklığına sahip bir insan bu ilaçlardan kullandığında vücut ısısını daha da aşağıya çekme gibi bir durum söz konusu olmaz. Beynimizde vücut ısısını bir termostat gibi sabit bir sıcaklıkta tutmaya yarayan, vücut ısısının dengesini koruyan merkez vardır. Antipiretikler bu merkezi duyarsızlaştırlar ve vücudun ateş düşürmek için çalışmasını sağlarlar. Antipiretiklerin birçoğu vücuda bu şekilde eder fakat bazıları ateşin yükselmesine neden olan etkene yönelik kullanılırlar. Ateşin yükselmesine neden olan etken ortadan kalkınca ateş de normal düzeyine gelir.



Ateşin yükselmesi, bağışıklık sistemimizin bazı hastalıklar karşısında vücutta gösterdiği bir uyarıdır. Ateşi düşürmeye çalışmak alarm sistemini kapatmaktır. Bu yüzden de antipiretiklerin kullanımı günümüzde bile hala tartışılmaktadır.

İlgili aramalar: antipiretik nedir? antipiretik ne için kullanılır? antipiretik ne demek?

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Antienflamatuvar İlaçlar

Antienflamatuvar İlaç Nedir?



İltihabı azaltmakta kullanılan ilaçlardır. İltihap enfeksiyonlarda ve romatoid artrit, damla (gut) hastalığı gibi çeşitli rahatsızlıklarda görülür ve bir bölgede kızarıklık, sıcaklık, şişlik, ağrı ve buraya gelen kan miktarının artması şeklinde ortaya çıkar. Antienflamatuvar olarak kullanılan başlıca üç grup ilaç vardır: Aspirin gibi ağrı kesiciler; artrit ve kas hastalıkları tedavisinde kullanılan indometasin gibi steroid yapıda olmayan antlenflamatuvar ilaçlar ve kortikosteroidler. Bu son grup derideki veya gözdeki iltihaplarda krem veya göz damlası şeklinde kullanılabilir fakat bazı istisnalar dışında kronik romatizmal hastalık tedavisinde sık başvurulan ilaçlar değildir.



Yan Etkiler



Deri döküntüleri, midede tahriş ve bazen kanama, işitme bozuklukları ve hırıltılı solunum.



Çocuklarda Kullanılacak Dozlar



Çocuklarda daha çok kortikosteroidler ve steroid yapıda olmayan antienflamatuvar ilaçlar kullanılır. Aspirin, (ancak bu ilaç, çocuklarda dikkatli bir şekilde kullanılmaktadır)İbuprofen ve Mefenamik asit; en sık kullanılan ve steroid yapıda olmayan antienflamatuvar ilaçlardandır. Bu ilaçlar geçici kabızlık yapabilir ve çok zaman da fazla şiddetli olmayan sindirim bozukluklarına yol açabilir.

Antihipertansif İlaç Nedir?

ANTİHİPERTANSİF İLAÇLAR



Kan basıncını yani tansiyonu düşüren ilaçlardır. Beta blokerler, idrar söktürücü ilaçlar, enzim intihibitörleri veya
reseptör blokerleri (kan basıncını kontrol eden hormonların etkilerini değiştirirler) ve kalsiyum kanal blokerleri (kalbin ve atardamarların hücre-içi kimyasını değiştiren ilaçlardır); en fazla kullanılan tansiyon düşürü ilaçlardır.



Antihipertansif İlaçların Yan Etkileri



Göz kararması, deri döküntüleri, iktidarsızlık, geceleri kabus görme ve uyku hali.

Down Under Natural Fruit Kicks Nar Özlü Şampuan ve Onarıcı Sıvı Saç Kremi


Her gün sıcak suyla duş aldığımdan ve ince telli saçlarım olduğundan, saçlarım çok çabuk sönebiliyor, kafama yapışmış gibi durabiliyor ve bazen tiftik tiftik oluyor. İnce telli olunca da hem biraz hacim ve dolgunluk, hem de daha sağlıklı görünüm aradığım tek şey. Yağlanma, kepek gibi problemlerim yok. Muzdarip olduğum tek şey; HACİM!

Down Under’ın nar özlü, ince telli saçlar için hacim verici şampuanını aylardır kullanıyorum. Kendime dönüp sordum, bu zamana kadar nerdeydin diye. Kullandığım şampuanlar saçımı söndürdükçe söndürmüş. Çok çabuk yağlandırmış. Dolgunluk denen şeyden eser kalmamış adeta.
Şampuan paraben içermiyor. Kimyasallar mümkün olduğunca az kullanılmış. Kokusu rahatsız edici değil, bildiğimiz şampuan kokusu denebilir ama saçta uzun süre kalıyor. Yapısı krem şeklinde. 2 kere şampuanladığınız takdirde, kuruttuktan sonra saçlarınızı durduramıyorsunuz, uçuyorlar J


Bazen fazla kabarabiliyor, taramak güçleştiği zaman da sıvı saç kremine sarılıyorum. Sprey halinde bir ürün. Çift fazlı. Kullanmadan önce çalkalıyorum ve saç dipleri hariç, saçım ıslakken her yerine sıkıyorum. Biraz bekledikten sonra kurutuyorum. İpek gibi, kolayca taranan, föne gerek kalmadan dümdüz olmuş saçlarımla salınıyorum. J
Down Under’ın tüm ürünlerini beğeniyorum. Ayrıca saç uçlarıma argan yağlı saç serumunu da uyguluyorum kırıklar için. Fakat onu bir süre önce bitirdim, yazısı daha sonraya kalsın.
Elimdeki saç spreyi bitince argan özlü sıvı saç kremini deneyeceğim. Hepimizin de bildiği gibi argan yağı saça çok iyi geliyor. Hatta şampuanımı da bitirdikten sonra baştan aşağı tüm seriyi kullanıp maksimum etkiyi görmeyi hedefliyorum.
Herkese down under ürünlerini gönül rahatlığıyla öneririm. Gratis’lerde bulabilirsiniz.
Sağlık sayfam sağlıklı günler, dolgun saçlar diler! J



24 Mayıs 2013 Cuma

Kusmayı Önleyen İlaçlar (Antiemetikler)

Kusma durduran ilaçlar (Anti-emetikler)


Bulantıyı ve kusmaları durdurmak için kullanılan ilaçlardır. Bunların birçoğu, aynı zamanda baş dönmesini de engeller. Bu grupta bazı belirli Antihistaminik ilaçlar (özellikle araç tutmasının ve kulak hastalıklarının neden olduğu bulantılarda), Antispazmodik ilaçlar ve bazı belirli trankilizanlar yer alır. Bu ilaçlar asıl sorunu çoğu zaman maskelediğinden kusma nedeninin bilinmediği hastalarda ya da kusmaların çok uzun süre devam etmeyeceği bilinen gastroenterit gibi hastalarda genellikle kullanılmazlar. Bu ilaçlar gebelerde, kusmaların çok şiddetli olması durumunda kullanılmaktadır.

İshal Durdurucu İlaçlar

İshal Durdurucu İlaçlar



İshali kontrol ve tedavi etmek için kullanılan ilaçlardır. Bunlar bağırsaktaki fazla suyu ve zehirli maddeleri emen ilaçlar (kaolin, bizmut bileşikleri, kalsiyum karbonat içerenler) ve bağırsak kasılmalarını azaltarak tuvalete daha seyrek gidilmesini sağlayanlar (kodein, morfin gibi) olmak üzere iki çeşittirler.



Olası yan etkiler: Kabızlık




Bu ilaçlar ishali durdurmakla birlikte buna yol açan nedeni tedavi etmezler ve toksinlere ya da enfeksiyonlara bağlı ishallerin daha uzun süre devam etmesine yol açabilirler. Bu nedenle de doktora danışılmaksızın bir günden daha uzun süre kullanılmaları sakıncalıdır. İshal tedavisi sırasında bol miktarda sıvı içilmesi şarttır.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Antikonvülsif (Antikonvülzan) İlaç Nedir?

ANTİKONVÜLZİF İLAÇLAR



Antikonvülsif ilaçlar Sara nöbetlerinin önlenmesinde veya tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Bunlar genellikle, günde en az iki defa kullanılır. Yan etki olasılığını azaltmak için en uygun dozun, her hasta için ayrı ayrı hesaplanması gerekir. Kandaki ilaç düzeylerini izlemek amacıyla çok zaman kan veya tükürük testleri kullanılır. Bu ilaçlar genelikle uzun süre ve kişideki nöbetler 2-4 yıl süreyle hiç tekrar etmeyinceye kadar kullanılmaktadır.



Çocuklarda kullanılan dozlar



Grand mal tipi sara nöbetleri olan çocuklarda en çok kullanılan ilaçlar Fenitoin, Sodyum valproat ve Karbamazepindir. Bunlar dalgınlık, mide-bağırsak bozuklukları, deri döküntüsü, kıllarda çoğalma, diş etlerinde kalınlaşma, lenf bezlerinde büyüme, kan anomalileri ve karaciğer hasarı gibi yan etkiler yapabilir. Fenobarbital, davranış bozukluklarına neden olabilmesi yüzünden çocuklarda daha seyrek kullanılmaktadır. Petit mal tipi sara nöbetler (çocuk gözlerini yukarı diker ve işitmez, görmez bir duruma girer) sodyum valproat veya etosuksimid ile tedavi edilebilir.



ANTİKONVÜLZANLARI KULLANIRKEN DİKKAT



Antihistaminik ilaçlar ve alkol, sara ilaçlarının yan etki meydana getirme olasılığını artırır ve yan etkilerin daha ağır şekilde ortaya çıkmasına neden olur. Kullanılması dikkat isteyen bir cihazın ya da aracın başına geçmeden önce doktora danışın.

Antikoagülan Nedir?

ANTİKOAGÜLAN



Kanın pıhtılaşmasını önleyen ya da diğer deyişle kanı sulandıran ilaçlardır. Heparin, Kumarin, Sodyum, Potasyum Sitrat, Dikumârol, EDTA, Varfarin, Ürokinaz, Siklokumarol, Plazmin, Streptokinaz, ve Sreptodornaz antikoagülan etkili ilaçlardır. Kanın pıhtılaşma oranı yüksek seviyelere gelirse damarları tıkayabilir. Hayati önemi olan bir organa giden damarların tıkanması hayati tehlike arz eder. Oluşmuş kan pıhtıları antikoagülanlar tarafından çözülemez. Bunu trombolitik ilaçlar kullanarak yaparız. Olası yan etkilerini sayacak olursak; burun veya diş eti kanamalarının veya deri altındaki morlukların (çürükler) meydana gelmesi kolaylaşır. İdrarda veya dışkıda kan görülebilir.



ANTİKOAGÜLAN İLAÇLARI KULLANIRKEN DİKKAT!


Antikoagülanlar, aspirin dahil diğer İlaçlarla reaksiyona girebilir. Bu ilaçları kullananan kişiler başka bir ilaç almadan önce doktora mutlaka danışmalıdır. Böylece antikoagülanın etkisinde değişiklik olmaz. Devamlı antikoagülan kullanıyorsanız, bunu belirten bir kartı veya madalyonu taşımanız uygundur.

İlgili aramalar: antikoagülan nedir? antikoagülanlar ne işe yararlar? antükoagülan ilaçlar ne için kullanılır?

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Antibiyotik Nedir?

ANTİBİYOTİK



Çoğu zaman küf, mantar, bakteri gibi canlı organizmalardan elde edilen ve vücuttaki bakterileri öldürmek ya da bunların çoğalmasını önlemek amacıyla kullanılan ilaçlardır. Günümüzdeki antibiyotiklerin bazıları, doğal olanların sentetik yolla elde edilen değişik şekilleridir. Herhangi bir çeşit antibiyotik bazı belirli bakteriler karşısında etkiliyse de, yeni bulunan bazı antibiyotikler çok sayıda bakteri enfeksiyonu karşısında başarı sağlayabilmektedir. Bazen bir bakteri bir antibiyotik karşısında direnç kazanabilir; böyle bir bakteriye etki edecek antibiyotikler laboratuvar testleriyle belirlenir. Virüslere karşı etkili hiçbir antibiyotik yoktur. Bu sebeple grip gibi virüs hastalıklarında antibiyotik kullanmak yararsız olacaktır.



ANTİBİYOTİKLERİN YAN ETKİLERİ


Antibiyotiklerin olası yan etkileri; Bulantı, kusma ve ishal. Bazı kimseler bazı belirli antibiyotiklere karşı alerjik olabilir ve bunları kullandıklarında deri döküntüleri, ateş yükselmesi, eklem ağrıları, şişlikler ve hırıltılı solunum gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Çok sayıda bakteri üzerinde etkili antibiyotiklerin kullanılmasından sonra pamukçuk gibisinden mantar hastalıklarıyla karşılaşmak mümkündür.



Ampisilin, amoksisilin, eritromisin ve penisilin; çocuklarda en sık kullanılan antibiyotiklerdir. Antibiyotik reçete edildiğinde, bunun tam bir kür boyunca —yani doktorun söylediği süre kadar— kullanılması gerekir. Tedaviye daha erken son verilmesi hastalığın tekrarlamasına ve antibiyotiğe dirençli bakterilerin gelişmesine neden olabilir. Antibiyotikler yan etki yapabilir ve bazı çocuklar penisilinle buna benzeyen antibiyotiklere karşı özellikle duyarlıdır. Bu yan etkiler deri döküntüsü, bulantı, kusma, ishal ve hırıltılı solunum şeklinde olabilir. Bu gibi reaksiyonlar karşısında doktora danışmanız gerekir.



Antibiyotikler her zaman, doktorun söylediği süre boyunca kullanılmalıdır. Aksi takdirde belirtiler ortadan kalkmış bile olsa hastalık, tedavisi daha zor olacak şeklide tekrarlayabilir (bunun nedeni antibiyotiğe dirençli bakterilerin gelişmesidir).

İlgili aramalar: antibiyotik nedir? antibiyotik ilaçlar nasıl elde edilir? antibiyotik ilaçların yan etkileri nelerdir? çocuklarda antibiyotik kullanımı nasıl olmalıdır?

Anti-Asitler

Anti-asitler



Mide asidini etkisiz duruma getirip mide ekşimesi ve benzeri belirtileri ortadan kaldıran ilaçlardır. Bunların içerisinde sodyum bikarbonat, kalsiyum karbonat, alüminyum hidroksit ve/veya magnezyum trisilikat gibi basit kimyasal maddeler vardır. Olası yan etkiler geğirme (sodyum bikarbonatlı antiasitlerde), kabızlık (alüminyum veya kalsiyum içerenlerde) ve ishal (magnezyum içerenlerde).



Anti-asitlerle birlikte başka bir ilaç daha kullanıyorsanız; doktora danışın. Böbrekleri hasta olanlar bu ilaçları ancak, doktor verdiği takdirde kullanmalıdır.

İlgili aramalar: anti asit nedir? antiasitler neye yarar? anti asit ilaçlar ne için kullanılır?

İlaç Kullanırken Nelere Dikkat Edilmelidir?

İLAÇ KULLANIRKEN NELERE DİKKAT ETMELİ?


Her gün yeni yeni ilaçlar keşfedilmektedir. Nitekim yirmi yıl kadar önce sık sık kullanılan ilaçlardan birçoğu yerini, daha tehlikesiz şekilde etki eden ve etki alanı daha geniş olan bu yeni ilaçlara bırakmıştır.



Herhangi bir ilaç kullanırken alınacak birkaç küçük önlemle, bunun tehlikesiz ve etkili bir şekilde işe yaramasını sağlamak mümkündür. Belirtilen dozu hiçbir zaman aşmayın, ilacın ne zaman veya ne sıklıkta alınacağı konusunda en küçük bir şüpheniz varsa, doktora sorun, (örneğin bazı ilaçların en iyi şekilde etki edebilmeleri İçin, yemeklerde alınmaları şarttır). Genel bir kural olarak ilaç kullanırken alkol almayın; çünkü alkol, bazı belirli ilaçların etkilerini şiddetlendirir. Belirtiler ortadan kalksa ve ilacı kullanmak artık size gereksiz gibi gözükse bile, size yazılan kürü tamamlayın; yani ilacı doktorun verdiği dozda ve tespit ettiği süre boyunca kullanın. Aksi takdirde tam iyileşmemeniz mümkündür. Antibiyotik ilaçlar genelde 1 hafta ya da 10 günlük kür şeklinde verilir. Genelde yapılan hata, hastanın kendini iyi hissetmeye başladığı 2. ya da 3. günlerde antibiyotiği kesmesidir.



Evde çocuğunuz olmasa bile yakınlarınızın çocukları evinize geldiğinde ilaçları ulaşamayacakları yerde tutmanız gerekir. Bu basit önlemi almak hayati önemlidir. Çocuklar ilaçları renginden ve tadından şeker sanıp yiyebilirler. Aşırı dozda alınan bazı ağır ilaçlar onların ölümüne bile sebep olabilir. Bu sebeple bütün ilaçlarınızı kilitli bir ilaç dolabında saklayın.



Genelde ne kadar az ilaç kullanırsanız, o kadar İyidir. Ara-sıra öksürmek veya baş ağrısı gibi önemi fazla olmayan sorunların dışında, ihtiyacınız olduğunu düşündüğünüz ilaçları doktorla konuşarak kararlaştırın. Doktor ilaçtan beklenen faydalı etkilerle yan etkileri sizin için en iyi dengeleyebilecek olan kimsedir.

İlgili aramalar: ilaç kullanırken nelere dikkat edilmelidir? doğru ilaç kullanımı nasıl olur? alkolle ilaç alınır mı? antibiyotik kaç gün kullanılır?

21 Mayıs 2013 Salı

Ağrı Kesici (Analjezik) Nedir?

Ağrı kesiciler (Analjezikler)



Bunlar ağrı hissini gideren ilaçlardır. Birçoğu aynı zamanda iltihap giderici ve ateş düşürücü özellikler de taşır. Başlıca üç çeşit ağrı kesici vardır: Hafif ağrı tedavisinde kullanılan aspirin, parasetamol gibi hafif etkide olanlar; çoğu zaman kas ağrılarında ve eklemlerdeki ağrı ve sızılarda kullanılan antienflamatuvar ilaçlar ve; genellikle kimyasal bakımdan morfine yakın olan, şiddetli ağrılar karşısında kullanılan narkotik ağrı kesiciler.



Ağrı kesicinin yan etkileri



Bulantı, kabızlık, göz kararması, yalnızca narkotik ağrı kesicilerde olmak üzere ilaca bağımlılık ve tolerans gelişmesi, (Diğer iki çeşit ağrı kesicideki yan etkiler için bkz. Antienflamatuvar İlaçlar ve ateş düşürücü İlaçlar)

Çocuklarda kullanılacak dozlar



Eczanelerde reçetesiz satılan şurup şeklindeki parasetamol, çocuklardaki ateş yükselmeleri ve ağrılar karşısında kullanabileceğimiz en tehlikesiz ağrı kesicidir ve çoğu zaman büyükler tarafından kullanılan aspirin ise, bazı belirli virüs enfeksiyonu olan çocuklarda artık tehlikesiz kabul edilmemektedir. Çünkü bununla Reye Sendromu adı verilen ve karaciğerle beyni ilgilendiren ağır bir rahatsızlık olan durum arasında bağlantı bulunabileceğinden kuşku duyulmaktadır. Daha şiddetli —örneğin ameliyattan sonraki— ağrılarda kodein gibi bir narkotik ağrı kesici reçete edilebilir. Ağrı kesici ilaçlar çocukta uyku haline ve geçici kabızlığa, bulantıya ve göz kararmasına neden olabilir.

İlgili aramalar: ağrı kesici ilaçlar ne işe yarar? analjezik nedir? analjezik ilaçlar neye yarar? analjezikler ne için kullanılır?

Laparoskopi Ne Zaman Yapılır?

Laparoskopi Ne Zaman Yapılır?



Laparoskopi, karın hastalıklarının tetkikinde kullanılan bir çeşit endoskopi yöntemidir (Bakınız Endoskopi). Yani karında küçük bir delik açılır, buradan mikro bir kamera sokulur ve kameranın görüşü doktorun karşısındaki monitöre aktarılır ve doktor tarafından bu şekilde karın içerisi incelenir ve gerekirse doktor buradan aldığı görüntüyle hastanın tedavisi için müdahale de yapabilir. Günümüzde kapalı ameliyat dediğimiz ameliyat tekniği de bu şekilde yapılmaktadır. Bir çok cerrahi branşta kullanılan laparoskopi çoğu zaman kadınlarda kısırlık sorunuyla ilgili olarak uygulanır. Kadının gebe kalmasını engelleyen bir sorun oluğ olmadığına bu yöntem yardımıyla bakılır. Bunun yanısıra doğum kontrol yöntemi olan tüplerin bağlanması da laparoskopi ile yapılabilir. Yöntem genellikle genel anestezi altında uygulanır. Karında iki küçük kesik yapılır; bu yarıklardan birinden sokulan genişçe bir iğneyle içeriye karbondioksit verilerek karın şişirilir, ikinci yarıktan içeri sokulan endoskop yardımıyla da içerisi incelenir.

Laparotomi Nedir?

Laparotomi



Doktorun, karın boşluğunun içini görmesini sağlayan bir ameliyattır. Genellikle kesin teşhis konulmayan karın hastalıklarında kullanılır.



Laparotomi Nasıl Yapılır?


Karın duvarı kesilerek açılır (bu kesitin yapılacağı yer, sorunun muhtemel nedenine göre değişir). Aynı yerden girilerek tedavi (örneğin iltihaplı apandisitin çıkarılması) uygulanması da çoğu zaman mümkün olmaktadır.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Emziren Anneler İlaç Kullanabilir Mi?

Bebeğini Emziren Anneler İlaç Kullanabilir Mi?



Bebeğinizi emziriyorsanız, basit bir ağrı kesici bile olsa, herhangi bir ilaç almadan önce mutlaka doktora danışmanız gerekir. Doktor gerçekten çok gerekli olmadığı sürece size ilaç vermekten kaçınacaktır. Aslında birçok ilaç ya anne sütüne önemsiz bir miktarda geçer ya da sütten bebeğe geçse bile bebek açısından tehlikesizdir. İlaç almanız zorunluysa ve bunun bebeğe zarar vermesi mümkünse, bebeğinizi emzirmekten bir süre için vazgeçmeniz ve onu mamayla beslemeniz gerekebilir. Ancak bu süreden sonra yine bebeğinizi emzirmek istiyorsanız, mamayla beslenme sırasında sütünüzü sık sık göğüslerinizden boşaltıp atmanız gerekir. Çünkü ilacın geçtiği süt, göğüslerinizden siz dışarı atmadan çıkmaz. Zaten bu sütü dışarı atmazsanız emzirmeyi atlatmanın bir faydası olmaz.

Gebelikte İlaç Kullanılır Mı?

Gebelikte İlaç kullanılması



Gebelik sırasında, anne karnındaki bebeğin gelişmesini tehlikeye sokabilecek herhangi bir ilacın kullanılmaması son derece önemlidir. Hemen hemen bütün ilaçlar annede dolaşımdan sonra, anne karnındaki bebeğe geçer. Bazı ilaçların tehlikesiz oldukları kesin bilinmektedir ama diğerleri gebelik sırasında bazı belirli durumlarda ve zamanlarda alındıkları takdirde doğacak bebeğin sağlığını tehlikeye sokabilirler. Bu nedenle eğer gebeyseniz veya gebe kalmayı düşünüyorsanız, reçetesiz satılanlar da dahil olmak üzere her tür ilacı almadan önce mutlaka doktora danışın. Uzun süreden beri sürüp giden bir hastalığınız varsa bununla ilgili ilaçların nasıl kullanılacağı, doktor tarafından size söylenecektir. Hem alkolün hem de sigaranın, doğacak bebeğin sağlığı üzerinde olumsuz etki yaptıkları bilinmektedir.



Gebelik sırasında kansızlığı önlemek amacıyla demir içeren ilaçlar ve bazı vitamin takviyeleri verilmesi doğaldır. Bulantı ve kusmalar çok şiddetliyse doktorunuz sizin için tehlike teşkil etmeyen bir bulantı ve kusma önleyici ilaç da verebilir.

İlgili aramalar: hamilelikte ilaç kullanılır mı? gebelikte ilaç alınır mı? gebelikte ilaç kullanımı

Ultrason Hakkında Kısa Bilgi

ULTRASON HAKKINDA KISA BİLGİ



Ultrason (Ultrasound), iç organların, özellikle de karaciğer ve böbrekler gibi karın ve pelvis organlarının ağrısız, tehlikesiz bir şekilde tetkik edilmesine olanak sağlayan bir yöntemdir. Günümüzde özellikle gebelik muayenelerinde çok sık kullanılmaktadır. Anne karnındaki bebeğin görüntüsünü alarak bebeğin sağlığı, gelişimi, pozisyonu açısından fikir sahibi olunmasını sağlar.



ULTRASON NASIL ÇALIŞIR?



Vücut dokularına son derece yüksek frekanslı ses dalgaları (ultra ses) gönderilir. Bunlar iç organlara çarparak yansır ve bazı özel yazılımlar sayesinde ekranda görülebilen ya da fotoğrafı çekilebilen bir görüntü şekline dönüştürülür. Bu yöntemle kistleri, tümörleri veya diğer şişkinlikleri görmek mümkündür. Uçabilen tek memeli hayvan olan yarasalar da gözleri olmadığı halde çevrelerini çok iyi bir şekilde görebilir ve çok keskin manevralar yapabilirler. Yarasalar da çevreye insan kulağının duyamayacağı frekansta ultra ses dalgaları gönderir ve bu ses dalgalarının çarpıp kendilerine geri dönmesiyle dış dünyanın görüntüsünü alırlar. Ultrason cihazı yapılırken yarasalardan esinildiği açıktır.

İlgili aramalar: ultrason cihazı nasıl çalışır? ultrason hakkında kısa bilgi, ultrasonla nasıl görüntü elde edilir?

Kolesistografi Nedir?

Kolesistografi
Safra kesesindeki ve kanallardaki hastalıkların teşhisinde kullanılan özel bir tetkik yöntemidir. Röntgen filmlerinde gözüken özel bir madde tablet şeklinde alınır ve daha sonra bu maddenin safra kesesinden ve kanallarından geçerken filmi çekilir.

19 Mayıs 2013 Pazar

Hamilelikte Nefes Darlığı Neden Olur?

HAMİLELİKTE NEFES DARLIĞININ NEDENLERİ NELERDİR?



Hamileliğin 28. haftasından sonra nefes darlığı sık görülen bir rahatsızlıktır. Çünkü hamilelik ilerledikçe rahim genişler ve genişleyen rahim karındaki organları yukarı doğru yani göğüs boşluğuna doğru iter. Bu durumda diyaframın ve ciğerleri hareketleri kısıtlanır. Hamilelikte nefes darlığı şikayeti hamileliğin son ayına girildiğinde bebeğin artık pelvise girmesiyle son bulmaya başlar.



Eğer anne aşırı kilolu ise ya da sigara kullanıyorsa nefes darlığı 28. haftadan daha önce de başlayabilir. Eğer hiçbir iş yapmıyor ve oturduğunuz yerde nefes nefese kalıyorsanız bu acil bir müdahale gerektirecek bir durum olabilir. Derhal doktora başvurmalısınız.



Hamileliğin ilk aylarında nefes darlığı görülmesi normal bir durum değildir. Böyle bir şikayet söz konusu ise bu duruma; kan hacmindeki ani bir artış, fazla kilolar ya da var olan kansızlık problemi neden oluyor olabilir. Bu durumda hemen doktorunuza başvurarak nefes darlığı nedeninizi öğrenmeli ve ona göre doktorunuzun vereceği tavsiyelere uymalısınız.

İlgili aramalar: hamilelikte nefes darlığı neden olur? gebelikte nefes darlığının nedenleri nelerdir?

Antidepresan İlaç Nedir?

ANTİDEPRESAN NEDİR? ANTİDEPRESAN İLAÇLAR NE İŞE YARAR?

Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlara antidepresan ilaçlar denir. Bunlar trisiklik ilaçlar, bunların türevleri ve; monoamin oksidaz (MAO) inhibitörleri olarak başlıca iki gruptur. Yan etkileri daha ağır olduğundan ikinci grup ilaçlar genellikle trisiklik ilaçlara cevap veremeyecek derecede ağır depresyon hastalarına uygulanır.



Antidepresan ilaçların yan etkileri; dalgınlık, ağız kuruması, kabızlık, flu(bulanık) görme, idrar yapmada zorlanma, titreme, terleme, bayılma, çarpıntı, baş ağrısı ve deri döküntüsü gibi olumsuz etkilerdir.



MAO inhibitörleri dediğimiz 2. grup antidepresan ilaçlar birçok gıda maddesi ve diğer ilaçlarla birlikte vücuda alındığında olumsuz reaksiyona girebilirler. Bu durumda kan basıncı tehlikeli düzeylere gelecek şekilde artabilir. Bu tür ağır antidepresan ilaçlar kullananların, kullandıklarını çevresindeki diğer kişilerin bilmesini sağlayacak uyarıcı bir kart taşımaları gerekir. Antidepresan ilaç kullananlar alkol kullanmamalı ya da alkol tüketimlerine bir sınır getirmelidir. Ayrıca bu ilaçlar alan kişilerin araç ya da tehlikeli olabilecek bir cihaz kullanıp kullanamayacakları konusunda doktorlarının tavsiyelerini dikkate almaları gerekir. Depresan ilaç kullanan ve trafiğe çıkan kişilerin bayılarak kazalara kurban gidebileceği unutulmamalıdır.

İlgili aramalar: antidepresan ne demektir? antidepresan ilaç nedir? antidepresan ilaçlar ne için kullanılır?

Antihistaminik Nedir?

Antihistaminik Nedir? Antihistaminik İlaçlar Ne İşe Yarar?



Histamin adı verilen bir maddenin serbest kalmasına bağlı olarak allerjik reaksiyonları ve belirtilerin ortadan kaldırılmasında kullanılan maddeler antihistamin, bu maddeler ile yapılmış ilaçlara da antihistaminik ilaçlar denir. Burun akması ve göz sulanması(allerjik rinit), kaşıntı ve ürtiker(kurdeşen), bu türden allerjik belirtilerden bazılarıdır. Antihistaminik ilaçlar ağızdan alınabileceği gibi sprey şeklinde ya da krem şeklinde de haricen uygulanabilir. Antihistaminik ilaçlar iç kulakta bulunan denge organlarını da etkilerler. Bu özelliğinden dolayı araç tutan kişilerde bulantı ve kusmaya karşı iyi gelmektedir. Bu ilaçların yatıştırıcı etkileri de bulunmaktadır. Bu sebeple doktorlar tarafından uykusuzluk için de reçete edilebilmektedir. Ayrıca bu sedatif etkiden dolayı ameliyatlar öncesinde kullanıldığında hastanın gevşemesini ve hafif şekilde dalgınlaşması sağlamaktadır. Bazı antihistaminik grup ilaçlar mide asitlerini bastırdığı için ülser tedavisinde kullanılır.

Antihistamin nedir? antihistaminik ne demek? antihistaminik ilaçlar ne işe yarar?

Vitiligonun Tedavisi Nedir?

VİTİLİGONUN TEDAVİSİ



Vitiligo tedavisi zor ve sabır isteyen bir hastalıktır. Vitiligo için çok fazla tedavi yöntemi geliştirilmiştir fakat hemen hempsinde de tedaviye yanıt verme direnci ve süresi kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Vitiligonun tedavisinde cilde dışarıdan sürerek kullanılabilen bazı kortizonlu ürünler kullanılır. Bu ürünler "topikal kortikosteroid" olarak adlandırılır. Bunun dışında kalsinörin inhibitörü, antioksidan denilen bazı kremler de vitiligonun tedavisi için kullanılan diğer tıbbi ürünlerdir. Fototerapi de dediğimiz ışık tedavisi de kullanılarak olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Işın tedavisinde bir taraftan deriye rengini veren melanositler maruz kaldıkları yıkıma karşı korunurlar ve diğer taraftan bu renk hücreleri uyarılıp çoğalmaları sağlanır. Vitiligo için bu tedavi yöntemi kullanılacaksa mikrofototerapi dediğimiz sadece vitiligolu alanlara ışık uygulaması yapılmalıdır. Aksi halde normal alanların renginde de koyulaşma görülebilir ve renk farkı daha bariz hale gelebilir. Vitiligonun tedavisinde en etkili yöntem PUVA dediğimiz yöntemdir. Bu yöntem psoralen adı verilen ilaçlarla ultraviyole ışınlarının kombinasyonu sonucu elde edilen tedavi yöntemidir. Işık tedavisine geçmeden önce psoralen adlı ilaç yardımıyla deri ışığa karşı duyarlı hale getirilir. Haftada 2-3 defa birkaç dakikalık seanslarla uygulanan ve toplamda 1 yıl kadar süren bir vitiligo tedavisi yöntemidir. Kişiden kişiye seans sayısı ve süresi farklılık gösterebilir.



Pimekrolimus ve Takrolimus adı verilen organ nakillerinde kullanılan ilaçların krem haline getirilmesiyle elde edilmiş formları da kullanılır. A Vitamini türevlerinden de tedavi için faydalanılabilir.



Vitiligo için bazı lazer tedavileri de uygulanmaktadır. Lazer tedavisinde de hastalar arasında tedaviye cevap veriş süreleri farklılık göstermekle birlikte, yayılmamış, yeni oluşmaya başlamış vitiligo vakaları daha kolay tedavi edilmektedir.



Diğer yöntemler arasında cerrahi bir takım yöntemler de bulunmaktadır. Bunlarda amaç sağlam deriden renkli deri hücreleri alınarak vitiligolu alana transfer edilir. Bu tedavi yöntemi her vitiligo hastasına uygulanmaz. El ve ayaklarında vitiligo olan kişilere ve diğer yöntemlerde başarı bulamayanlara ve vitiligosu son iki senedir gelişme göstermemiş yani durmuş hastalara uygulanır.



Bir yöntem de depigmentasyon dediğimiz yöntemdir. Bu yöntemde vitiligolu alanları koyulaştırmak yerine sağlam derinin rengi açılır ve aradaki renk farkı minimize edilir. Tedavi için en son düşünülmesi gereken bir yöntemdir. Cilt güneşe karşı savunmasız bir hale geleceği için zararlı ışınların cildi tahriş etmesi söz konusudur. Cilt kanserine yakalanma riski de artar.



Vitiligo hastalığı erken dönemde tedavi edildiğinde başarı şansı daha yüksek ve sonuçlar daha tatmin edicidir. Çocuğunuzda vitiligo hastalığı olduğunda bazı anneler kendiliğinden geçeceğini düşünerek herhangi bir girişimde bulunmazlar. Çocuklar tedaviye en iyi yanıt veren hasta grubudur. Bu sebeple çocuğunuzda ya da sizde vitiloga varsa cilt hastalıkları uzmanına giderek sizin için en uygun tedavi yöntemini belirlemesini sağlayın ve geç kalmayarak tedaviye yardımcı olun.

Vitiligo Neden Olur?

VİTİLİGONUN NEDENLERİ



Vitiligo hastalığının kesin nedeni günümüzde bile tam olarak bilinmemekte fakat bununla ilgili bazı teoriler ortaya atılmaktadır. Bunlardan birincisi otoimmun teori olarak adlandırılan teoridir. Bu birinci teoriye göre aktif lenfosit hücreleri, deriye rengini veren melanosit hücrelerini yok etmektedir. Melanosit hücrelerinin yok edildiği bölgelerde deri rengini alamadığı için saf beyaz halde kalıyor. İkinci teori Nörojenik teori olarak adlandırılmaktadır. Bunda da yine melanosit hücrelerinin yıkımı söz konusudur. Fakat burada yıkıma uğratan sinir hücreleridir. 3. teoride ise vücuda dışarıdan giren bazı zehirli (toksik) maddelerin melanositlere hasar vererek, onların işlevini yerine getirmesine engel olmasıdır. Bunun dışında ağır psikolojik sorunların da vitiligonun nedenleri arasında sayılmaktadır.



Tüm bu teorilere rağmen göz önüne alınması gereken önemli bir nokta da vitiligo hastalığının kalıtsal bir özellik taşımasıdır. Yaklaşık olarak her 100 vitiligo hastasının 30'unun ailesinden birinde vitiligo görülmektedir. Toplumun %1 kadarını etkileyen bu hastalığın genetik özellik taşıdığı bilinir.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Göğsünüzden Süt Geliyorsa Dikkat!


Göğsünüzden süt geliyorsa, adet düzensizliğiniz varsa bunu mutlaka önemsemelisiniz!



Meme uçlarından gelen uygunsuz sıvılar; kadınlık hormonu östrojen fazlalığından, ilaçlardan, stresten, beyin lezyonlarından, tiroid hormonu azlığından, kısırlığa sebep olan hipofiz adenomu gibi patolojik sebeplerden kaynaklanabiliyor. Göğüsten gelen bu sıvı genelde beyaz ya da renksiz olabildiği gibi bazı durumlarda sarı veya yeşil renkte olabiliyor ve bu durum kısırlığa neden oluyor.



Süt Üretim Hormonunuzun Seviyesini Biliyor musunuz?



Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı, daha çok süt üretiminden sorumlu olan prolaktin hormonunun fazlalığının kadınların üçte birinde adet gecikmesine, 1/3'ünde de memelerden süt gelmesine sebep olduğunu belirtiyor.



Bu durumun yumurtlama bozuklukları yaratarak kısırlığa neden olduğunu vurgulayan Dr. Partalcı, görme problemleri ve devamlı baş ağrısının yanı sıra, kadınlarda adet düzensizliği, göğüsten süt gelmesi ve gebe kalamama, erkeklerde ise sertleşme problemi ve cinsel istekte azalma şikâyeti olduğunda, prolaktin seviyesine baktırmanın çok önemli olduğunun altını çiziyor. Op. Dr. Serhat Partalcı; prolaktin yüksek olsa bile seviyesinin önemli olduğunu, kadınların yüzde  33’ünde adet görememe problemi yarattığından ve rahim iç yapısını değiştirdiğinden kısırlık oluşturduğunu aktarıyor.



Depresyon İlaçları Süt Üretim Hormonunuzu Yükseltebilir



Gebeliğin prolaktin seviyesini doğal olarak yükselttiğini belirten Op. Dr. Serhat Partalcı; normalin dışında aşırı egzersiz, göğüs travması, stres, böbrek yetmezliği, epilepsi krizi sonrası, hipotroidi, kullanılan ilaçlar ve özellikle depresyon ve estrojen ilaçlarının prolaktin seviyesini yükselttiğini kaydediyor.



Op. Dr. Serhat Partalcı; öncelikle prolatin yüksekliğinin sebebinin bulunması gerektiğini belirtiyor. Bu sebep hipotiroididen kaynaklanıyorsa bu hastalık iyileştiğinde kendiliğinden sorunun çözüleceğini söylen Op. Dr. Serhat Partalcı; ilaç tedavisine cevap vermeyen büyük adenom (beyin sapı selim tümörü) durumlarda cerrahi müdahaleye başvurulabildiğini sözlerine ekliyor.

Kalp Krizi Riskini Öğrenmenin En Kolay Yolu...

Kalp krizi geçirmek, pekçok insanın ortak kaygısıdır. Kişinin ailesinde veya çevresinde kalp krizi geçirenler varsa bu korku daha da artar...



Modern cihazlarla, ilaçsız ve çok kısa sürede yapılabilen kalsiyum skorlaması, dört yıl içerisinde kalp krizi geçirme riskinin derecesini ortaya çıkarıyor. Kalsiyum skorlaması buzdağının görünen yüzünü değil; suyun altını da gösterdiği için uyarıcı önem taşıyor.



Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenlerinin başında gelen kalp ve damar hastalıklarının önceden fark edilmesini sağlayacak testler hayat kurtarıyor. Derin bir nefes alma süresinde yapılabilen kalsiyum skorlaması, kalp damarlarındaki kireçlenme miktarını ve buna bağlı olan koroner arter hastalığı riskini ortaya çıkarıyor. Kalsiyum skorlaması sonuçları, kişinin gelecek yıllarına ilişkin bilgi veriyor.



Kalp krizi riskinin önceden belirlenebilmesini sağlayan yöntemler arasında ilk akla gelenin anjiyo olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gürsel Ateş, anjiyo ile kalsiyum skorlamasının birbirinden farklı iki yöntem olduğunu vurgulayarak şu bilgileri veriyor: “Anjiyoda kişinin varolan şartları belirlenip, tedaviye gereksinim duyup duymadığına karar veriliyor. Kalsiyum skorlamasında ise kişinin damarındaki gelişmeleri görmek amaçlanıyor. Böylece, ilerleyen yıllarda kalp krizi geçirme riskinin daha iyi belirlenmesi sağlanıyor.”



40'lı Yaşlara Dikkat!



Belirgin herhangi bir şikayet olmamasına karşın ailede kalp hastalıkları görülüyorsa kişinin kalsiyum skorlaması yaptırması öneriliyor. Dr. Gürsel Ateş, “Koroner arter hastalıkları, 40’lı yaşlardan itibaren giderek artan bir seyir izliyor. Aile öyküsü olan kişilerde, genç yaşlarda da kalp krizi riski olasılığı var. Araştırmalar, damarlarında kalsiyum birikmesine rastlanmayan kişilerin dört yıl boyunca kalp krizi geçirme riskinin çok düşük olduğunu gösteriyor” diyor.



Kalsiyum skorlamasında istenen, sonucun sıfır olması. Sonuç sıfır değilse, damardaki kalsiyum birikiminin miktarına göre kişide düşük, orta ya da yüksek derecede kalp damar hastalığı riski olduğu düşünülüyor ve çıkan sonuca göre ilaçla tedaviye başlanıyor. Ciddi bir damar tıkanıklığı saptananlara ise koroner anjiyografi uygulanıyor.



Kalsiyum Skorlaması Nasıl Yapılıyor?



Hastaya ağızdan veya damardan hiçbir ilaç verilmeden, bilgisayarlı tomografi ile sadece bir tutumluk nefes süresinde yapılan kalsiyum skorlaması, hekimlere göre en önemli tarama testlerinden biri. Modern cihazlarla yapılan ölçüm ile daha az radyasyon alınıyor.



Kalp-Damar Hastalıkları Açısından Riskli Gruplar



• Sigara kullananlar

• Trigliserid ve HDL düzeyi yüksek kişiler

• Diyabet ve hipertansiyon hastaları

• Kilo fazlası olanlar

• Metabolik hastalıkları bulunanlar

• Bel çevresi erkeklerde 102,  kadınlarda ise 96 santimetreyi geçenler



Kusursuz makyaj için uzman önerileri

Makyajın en önemli kısmı, gözü etkileyici bir şekilde öne çıkartmaktır. Makyaj artisti Eve Pearl deneyimleri sonucu elde ettiği püf noktalarını göz farı teknikleri için şöyle derliyor…



1. Göz kapağına fondöten uygulayın



Fondöten göz kapağında baz gibi duracak ve farı gün boyu tutacaktır. Farı sürdükten sonra da kalıcılığı için üzerine sabitleyici bir pudra sürmek makyajın dayanıklılığını artırır.



2. Göz kapağına eyeliner uygulayın



Likit eyelinerlar tercih sebebi. Eyelinerı uygularken kalem gibi tutmayın. Göze paralel bir şekilde tutup çizgi çizin. Göz kapağının tamamını çizmemeye özen gösterin. Aksi takdirde göz düşük görünecektir.



3. Buğulu gözler



2. aşamadaki eyeliner uygulaması sırasında oluşan hataları her zaman düzeltmek mümkün. Kahverengi ve yeşil renkteki göz farlarını karıştırıp eyelinerın üzerine sürün. Bu iki rengin karışımı her zaman harikalar yaratıyor.



4. Belirgin yapmak için



Buğulu efektinin üzerine gözleri daha belirgin hale getirmek için göz kapağının hemen yanından yan “V” harfi çizilir. V harfinin ucu dışarıya bakmak suretiyle koyu renk farlar kullanılır. Daha sonra bu V harfini içeri doğru dağıtmak lazım. Yaz ayları için V harfini şeftali ve bronz tonlarda seçebilirsiniz.



5. Temizlemek için



Açık renkleri, uyguladığınız farı düzeltmek için kullanabilirsiniz. Önerim, içinde bir sürü renk olan bir göz farı paletiyle çalışmanız. Böylece istediğiniz her rengi karıştırıp farklı tonlar elde edebilirsiniz. Göz farı uygulamasında gözün altına bulaşan farları nemlendirici kreminizi sürerek de temizleyebilirsiniz.



6. Rimel



Gözün altına kahve ya da siyah eyeliner uygulayabilirsiniz. Yine buğu efekti için pırıltılı altın sarısı ya da şeftali uygun olacaktır. Ardından göz makyajınızı rimel ile tamamlayabilirsiniz.




8 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Krem 6 Etki: Vichy Idealia BB Krem

Cildimin nefes almasını önlediği ve yüzümde bir ağırlık hissi bıraktığı için fondöten, pudra gibi kapatıcıları oldum olası sevemedim. Günlük makyajım için kullandığım göz altı kapatıcısını ve allığı genellikle yeterli buluyorum. Ancak cildimde renk farklılıkları olduğunu da kabul etmem gerekiyor... Çoğumuzun alnı, burnu, çene ve yanakları aynı renk tonunda değil. Ton farklılığına ek olarak solgun renkte bir cilt zaman zaman kendimizi kötü hissetmemize sebep oluyor...



Son bir yıldır kullandığımız kozmetik ürünleri listesine iddialı bir giriş yapan BB Kremler, cildi yormayan hafif yapılarıyla renk eşitleyici ürünlere güzel bir alternatif oldular. Hal böyleyken, ben de solgun görünen cildime uygun olan ama aynı zamanda diğerlerinden farklı bir BB Krem arayışına girdim ve Vichy Idealia BB Krem ile tanıştım.



Hassas bir cildim olduğundan, Vichy Idealia BB Krem'in benim için en önemli özelliği gelişmiş UV Filtre Sistemi ve Paraben içermemesi.. Tüm cilt tipleri ve yaş grupları için uygun olan Idealia BB Krem, açık ve orta olmak üzere iki ideal renk seçeneği sunuyor. Ben cilt rengim sebebiyle açık tonunu tercih ettim.



40 ml tüp ambalaja sahip Vichy Idealia BB Krem'i uygulaması çok kolay. Tam kıvamındaki krem cilde kolaylıkla sürülüyor. Bu yüzden kremi elimle yüzüme uygulamayı tercih ettim. Vichy Idelia BB Krem'in şahane kokusu kremi sürerken büyük bir keyif veriyor. Kremi uyguladıktan sonra solgun cildimin doğal ve sağlıklı bir parıltıya kavuştuğunu söylemekten mutluluk duyuyorum! Bana huzursuzluk veren bir kaç sivilce lekesinin de arada kaynadığını söylemek isterim :)



24 saat nemlendirme özelliği olan Vichy Idealia BB Krem'i nemlendirici sürmediğim cildime uyguladım. Yüzümde kaldığı süre içerisinde cildimi nemlendirmeye devam ettiğini hissettim. Yüzümdeki mimik kırışıklıklarının görümünde de gözle görülür bir azalma oldu. Kırışıklık demişken, BB Krem'in içeriğindeki Kambucha ile geliştirilmiş özel formülü kırışıklık ve leke görüntüsünün azalmasına yardımcı oluyor.



Yukarıda anlattıklarımı toparlarsam ,Vichy Idealia BB Krem cildin 6 farklı ihtiyacını karşılamış oluyor:



1- Cilde ışıltı veriyor.

2- 24 saat nemlendiriyor.

3- Kırışıklık görünümünü azaltıyor.

4- Cilt dokusunu düzeltiyor.

5- Koyu leke görünümünü azaltıyor

6- UVA/B ışınlarına karşı koruyor.



Vichy Idealia BB Krem isminin hakkını veren, gerçekten de "ideal" bir BB Krem.

Solgun görüntüsüne veda etmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ediyorum.

40 ml Vichy Idealia BB Krem’in tavsiye edilen tüketici satış fiyatı ise 49.90 TL.



https://www.facebook.com/VichyTurkiye

https://twitter.com/VichyTurkiye



İçerik: www.gardropkedisi.com



Bir bumads advertorial içeriğidir.



4 Mayıs 2013 Cumartesi

Negatif Kalori, Sınırsız Tüketim


Yediğimiz içtiğimiz her şeyin belli bir kalori değeri var. Sıfır kalorili olan tek şey, hani şu zor anlarda yaradana sığınıp suçu attığımız su.

Örneğin 100 kalorilik bir besin tükettiniz. Vücudunuz da bunu sindirmek için 30 kalori harcadı. Sonuç olarak bu besin size 70 kaloriye mal olacak.

Sarf ettirdiği enerji, aldırdığı enerjiden yüksek olan besinlere ‘’negatif kalorili besinler’’diyoruz. Bu besinleri diyet yaparken yağsız olmak koşuluyla, bol bol, gönül rahatlığıyla tüketebiliyoruz. Tabii ki yine de günde 3-4 porsiyon sebze-meyveyi geçmemekte fayda var. Peki bunlar neler?



SEBZELER:
KABAK
ISPANAK
ŞALGAM
SOĞAN
MARUL
LAHANA
SALATALIK
KARNABAHAR
KEREVİZ
ŞEKER PANCARI
KUŞKONMAZ
BROKOLİ
ŞALGAM

MEYVELER:
YABAN MERSİNİ
ELMA
LİMON
MANGO
GREYFURT
PORTAKAL
AHUDUDU
BÖĞÜRTLEN

Fakat önemli olan bu besinleri haşlayarak, ızgara yaparak veya çiğ tüketmek. Kabağı göl gibi yağa atıp negatif kalorilerden medet ummak elbette olmaz. Diğer bir püf noktası ise beraberinde bol bol sıvı almak.

Afiyet bal şeker olsun, yeter ki kalori olmasın!

Selülitlerden kurtulmanın 10 yolu


Güzellik uzmanları, yiyecek ve içeceklerden destek alarak, dar pantolonlar giymeyerek, tuzu az kullanarak birçok kadının güzelliğinin baş düşmanı olan portakal görünümünden yani selülitlerden kurtulabileceğinizi söylüyor. İşte, selülitle mücadelenizi kolaylaştıracak 10 pratik öneri…



Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Diyetisyen Esra Güneş, selülitlere son vermenin 10 yolunu anlattı…



1. Günde 5-6 porsiyon sebze-meyve tüketin.



2. Tuzu az kullanın. Özellikle tuz içeriği yüksek salam, sosis gibi gıdalardan uzak durun. Tuz dokularda çok su tutar. Ayrıca iştah açarak diyet yapmayı güçleştirir.



3. En az 2 litre (yazın 3) su için. Su, böbreklerinizin zehirli atıkları vücuttan uzaklaştırmasını sağlar. Yeterince su içmek selülitli dokuları temizleyerek bu dokulardaki tuzu atar.



4. Unlu, şekerli, baharatlı, salçalı yiyeceklerden, kola, kahve gibi kafeinli içeceklerden, alkol ve sigaradan uzak durun.



5. Et, peynir gibi besinlerin az yağlısını tercih edin.



6. Hiç mayonez kullanmayın. Soslardan uzak durun.



7. Margarin, tereyağı gibi katı yağlardan kaçının. Yemeklerinizde bitkisel yağ tercih edin. Etsiz pişirdiğiniz yemeklere ve salatalara zeytinyağı koyun. 1 kilo sebze pişiriyorsanız 2 yemek kaşığı yağı geçmeyin.



8. Abur cubur ve fast food’tan (hazır yiyecek) uzak durun.



9. Kan dolaşımınızı hızlandırmak için egzersizi hayatınızda alışkanlık haline getirin. Bol bol yürüyüş yapın.



10. Çok sıkı iş çamaşırı, pantolon, çorap gibi giysileri kullanmayın. Dar giysiler topardamarları sıkıştırarak düzenli kan dolaşımını engeller.



Kadınların mutlu eden özellikleri

Erkekler kendilerini mutlu edebilen kadınlardan vazgeçmek istemez.



Çekicilik



Bir erkeğin sizi fark etmesini sağlayan ilk nokta dış görünüşünüzdür. Onu etkilemeniz için gereken ilk şey de haliyle biraz çekici olmak.



İdeal vücut



Karşınızdaki erkeğin sizde ikinci olarak dikkat edeceği şey vücut hatlarınızdır. Göğüsleriniz, kalçanız ya da boyunuzun uzunluğu onu cezbedebilir. İdeal vücut hatları olarak yorumladıkları 90-60-90'a yaklaşabiliyorsanız, zaten birçok rakibinizi geride bıraktınız demek.Ancak ideal vücut anlayışı kişiden kişiye değişiyor.



Güzel bir yüz



Sıra geldi yüze...Tanıştığınız erkeğin yavaş yavaş incelemeye başladığı yüzünüzün doğal bir güzelliğinin olması, gözlerinizin, kulaklarınızın ve burnunuzun yüzünüzle orantılı olmasıdır.



Tutku



Bunca adımdan sonra partneriniz sizden tutku ve şehvet de bekleyecektir. Kendisine pozitif yaklaşmanız, birlikte olduğunuzun her anı keyifli yaşamanıza neden olur.



Saygı



Diğer hemcinslerinin yanında onu küçük düşürecek şakalar yapmanız büyük dezajantaj.Buna dikkat etmelisiniz.Erkekler böyle bir hareketi saygısızlık olarak yorumluyor.



Espri anlayışına sahip olma



Karşınızdaki erkeğin yüzünü güldüren her şeye iyi bir tepki vermelisiniz. Eğer çok şakacı bir insan değilse, zaten bu kadar gülümsemesine saygı göstererek sizin de gülmeniz bir jesttir.



Zeka ve kendine güven



Zeki kadın genellikle erkekler için problemdir, ama bu sadece kısa süreli ilişkiler için geçerlidir. Eğer karşınızdaki erkek uzun süreli bir ilişki arayışındaysa, zeki olmanız ve kendinize güvenmeniz sizi daha çekici kılacak.



Dürüstlük ve güven



Karşınızdaki adamın uzun süre yanınızda olmasını istiyorsanız, önce ona güvenmeli ve kademeli olarak dürüst olmalısınız.Eskide kalan ilişkilerinizi ve kötü anlarınızı ilk günlerde anlatmamak, birbirinizi tanıyıp ne kadar güvenebileceğinizi anladıktan sonra aşama aşama paylaşmak önemlidir.



Altın kalpli olmak



Erkeklerin zor günlerinde kadınlar genellikle gündelik planlarını uygulamaya devam ediyor. Erkekler kendilerini anlayacak kadınları bulduklarında bırakmak asla istemiyor.



Aşk



Bazı erkekler ilk üç maddede mutluluğu yakalarken, çoğu erkek ise aşk arar. Kendisine sadık, çekici, tutkulu, güzel, güvenilir, şefkatli ve en önemlisi kendisine aşık bir kadın bulduklarında, aradıkları mutluluğu bulmuş olurlar.